Boarık
“Ahhh babam ahhh!” Gözyaşlarıyla ıslanan yüzünü elinin tersiyle sildi, mırıldanmaya devam etti. “Alabildiğine boş, kurak ve susuz bozkırlarda başlayan hayallerim keşke gerçekleşseydi ve kendimi Tengri Dağları’nın güllük gülistanlık yamaçlarında bulabilseydim…” dedi. Babasının anlattığı anavatanını düşündükçe kendini yetim hissediyordu. Çıkacağı yolculukta, anaya hasret dolu yüreğiyle, bilinmeyen topraklarda belki de Tengri Dağlarını arayacaktı. Gördüğü ilk bozkırı yurt edinmek isteyecekti. Özlemini gidereceği bozkırları bulduğunda bedeninden ziyade ruhundaki, kanındaki Türk canlanacak ve ona “Dur!” diyecekti. “Artık dur Boarık, burada kal.” Ama hayır, durmayacak, devam edecekti. Ta ki her bozkır Türk olana, Türk’e kalkan her el kırılana dek. Ant içmişti. Ya başaracaktı ya da bu uğurda dedesi gibi, babası gibi belki eşi Balak Han gibi son ulaşabileceği vatanına, uçmağa varacaktı. Tengri’nın Türk’e vaat ettiği en güzel yurda otağını kuracaktı.
Devamını Oku