Clive'ın Koğuşu
John Berger’in romanının merkezinde cinayet değil, bir katil var: Bir banka soygununda bir polis öldürülünce “Polis katili” olduğu iddia edilen Jack House tutuklanır, ancak o kadar kötü yaralanmıştır ki, yargılanıp asılmasına zaman kalmadan ölebileceği düşünülür. Bu nedenle gece yarısı en yakın hastaneye götürülür ve polis gözetimi altında, genç-yaşlı, yoksul-zengin, dindar-modern altı hastanın kaldığı sıradan bir koğuşa yerleştirilir. Clive’ın Koğuşu, tarihinin ilginç bir noktasında İngiliz toplumunun –İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ama altmışların baş döndürücü pop-tüketim patlamasından önce– büyüleyici bir tasviri. Aslında romanın ortamı –hemşireleri, doktorları ve düşük maaşlı hastabakıcıları, görünmeyen ama her yerde hazır bulunan ‘Otoritesi’ ve en önemlisi altı hastasıyla bir hastane koğuşu– başlı başına İngiliz toplumunun küçük bir fotoğrafıdır. Bu hastane hikâyesini eşsiz kılan, hastalıklardan ve tedavilerden çok, insanların karşılaştıkları kişilerin aynalarında neler gördüğüdür. Clive’ın Koğuşu, katı ve konformist kültürün bir resmidir, bu kültürün doğru ve yanlışa dair, sınıf ve ahlaka dair gelenekleri sorgulanamaz ve onlara karşı gelinemez, ta ki bunları esaslı bir şekilde sorgulayan bir kişi tarafından bozulana kadar: O kişi de anti-sosyal ve uygar olmayan ne varsa onun cisimleşmiş halidir: Bir katil
Devamını Oku