Âşık tarzı, kökleri ozan-baksı geleneğine değin uzanan bir gelenek olup 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyılın başlarında şekillenmeye başlamıştır. Âşık tarzı gelenek teşekkül etmeye başladığı 16. yüzyıldan bugüne pek çok âşık yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir. Geleneğin başlangıç noktası olarak değerlendirilen 16. yüzyıla dair veriler, gerek yetiştirdiği âşık ve gerekse şiir sayısı olarak son derece sınırlıdır. 17. ve 19. yüzyıl ise âşık tarzı geleneğin iki altın çağıdır. Bu iki yüzyıl arasına sıkışan 18. yüzyıl, gölgede kalmış olmasının yanında devrin sosyal ve siyası durumu da göz önünde bulundurulursa âşık tarzı gelenek içerisinde sayıca çok ama güçlü temsilci yetişmeyen ve günümüze ulaşan âşık ve şiir sayısı açısın- dan az bilinen, sessiz bir dönem olarak anılmaktadır.
18. yüzyıl âşık tarzı geleneğe dair mevcut bilginin içerdiği belirsizliğe rağmen farklı amaçlarla hazırlanan müstakil çalışmalarda, belli bir yöre veya bölgeye ait âşıkları, tanınmış kişileri ele alan eserlerde 18. yüzyılda yetişen âşıklara ve şiirlerine yer verildiği görülmektedir. Bu yüzyılda yetişen âşıklar, klasik edebiyata özenen, aruzlu türlerle şiir söylemeye/yazmaya meyilli isimler gibi algılansalar da heceli şiirleri dikkate değer niteliktedir. Sanatçılar, hece ölçüsü ile oluşturdukları şiirlerde koşma nazım şeklini esas almakta şiir, tür olarak farklı bir isim taşısa da şekil itibarıyla koşma sınırları çerçevesinde söylenmektedir. Bu dönemde söylenen destanlar da dönemin savaş, sefer ya da tarihi olaylarına ilişkin ayrıntılar ve malumat içermektedir.