Yazmaya başlamadan önce, çocukluğumun geçtiği Nize'nin bazı terk edilmiş sokaklarında defalarca kez dolaştım, dünya mirasında olması gerekirken kaderine terk edilmiş, nefeslerin tükendiği asırlık evlerine girdim, dakikalarca etrafı izledim…
Loğa'dan gün batımında kuşlukları izledim, Darsiyak'ın bayırından Nize'ye baktım, bir çift göze bakar gibi… Hep yeşile çalan…
Eskilerden kimseler kalmamış, geriye sadece hatıralarını bırakmışlardı, o hatıraları bulmak için hararetli gayretlerimle, yoğun bir çalışma içerisine, cevapları bulma arayışına girdim. Eski fotoğraflara bakarken, mektupları okurken, ses kayıtlarını dinlerken çoğu yerde gözlerim doldu.
Nereye gidersem gideyim, Nize, yolculuğumun sonu olsa da bilinmeyen tarihini, kalan sırlarını, anlatılmayanı anlatmak biraz zaman alacak gibi görünse de tutkum bunu başarmaya yetecek güçteydi.
Aklımda onlarca soru vardı; Nize'nin tarihi ne zaman başlamıştı? Ünlü tarihçi Arşag Alboyacıyan neden Nize'nin Hristiyanlar için hac bölgesi olduğunu söylemişti? Nize Örenler'de yaşayan Kayı Boyu'nun varlığı ne zaman ortaya çıktı, o boydan günümüze hangi aileler geldi? Nize'de doğan Lale Devri baş mimarı kimdi, vasiyetinde ne yazıyordu? Nize'deki Sipahiler kimlerdi, görevleri neydi? 1890 yılından itibaren Martha Washington gemisiyle Amerika'ya giden Nizeliler kimlerdi? Bir gecede 80 Nizeli Ermeni nereye, neden ve nasıl kaçırıldı? Vâli Konağı'nın gerçek hikâyesi nasıldı? Ve güzelliği dillere destan olan Aygüneş kimdi? 1985 yılında Amerikalı gazeteci Kenneth Cline Nize'ye neden gelmiş ve kimlerle görüşmüştü?
Soru sordukça, başka sorular geliyor; cevaplar ise Koramaz Vadisi'nden ta Amerika'ya kadar uzanıyordu.
Bizde nice sırlar vardır, nereye bakarsan bak hep yeşile çalar…