Edebiyat tarihi, birçok açıdan, erkeklerin tarihi, erkekliğin tarihidir. Bu yalnızca erkek düşünür ve eleştirmenlerin, yazarların, yayınevi editörlerinin, üniversitedeki edebiyat profesörlerinin, okuyucuların el birliği ile edebiyat tarihini inşa ediyor, tanımlıyor ve sınırlıyor olmalarından kaynaklanmaz.
Hem biçim hem de içerik olarak edebiyatın nasıl bir tahayyül sunacağı, edebiyatın sınırlarının ne olacağı ve edebiyatının toplumsal işlevinin ne olacağı soruları kaçınılmaz olarak aslında erkeklik ideolojisinin nasıl kurulacağı, nasıl egemen kılınacağı ve bu ideolojiden sapanların nasıl cezalandırılacağı sorularına dönüşmektedir. Bu sebeple, edebiyat tarihine eğilecek herhangi bir çalışma bir şekilde erkekliğin inşası tarihi ile kesişir, herhangi bir edebiyat okuması okuyucuya potansiyel bir erkeklikler okuması sunar.
Dilin kurucusu ve metnin anlamlandırıcısı olan erkeklerin, erkekliklerini metinler yoluyla nasıl kurguladıkları, erkeklik hiyerarşisinde kendilerini nasıl konumladıkları, şiddeti nasıl içselleştirdikleri ve araçsallaştırdıkları, ataerkiden kaçmak için nasıl hayali erkeklik imgelerine sığındıkları, erkeklerin gerçeklik ve hayalleri arasındaki kırılma noktalarını nasıl deneyimledikleri, tüm bu yanıtsız sorular ve bu sorulara verilmiş muğlak yanıtlar, edebiyat tarihinin ve eleştiri geleneğinin tam merkezinde yer almaktadır. Erkeklikten sıyrılmış bir toplumsal iktidar düşünülemediği gibi erkeklikten soyutlanmış bir metinsel üretim, anlamlandırma, ve tüketim de düşünülemez.