Ne korkunç kelimelerimiz var. Toptan tüfekten korkunç, kılıçtan keskin kelimeler... Liberalizm, komünizm, marksizm, faşizm, şovenizm, sosyalizm, narsizm, hümanizm, militarizm... Dahası şeytan var, düşman var, hain var, kapital var, petrol var… Ne korkunç kelimelerimiz var. Öylesine korkuyorsun; sokak tabelanın her vakit değişmesi, bu korkundan olsa gerek. Kendi yörüngeni bile belirlemekten âcizsin. Bu yüzden artık evin yolunu bulmakta zorlanıyorsun. Dedenden kalmış toprakların adını bile hatırlamıyorsun. Üstelik dedenden utanıyorsun. Seni utandıran şeyi, gerçekten merak ediyorum. Ne kıskanç kelimelerimiz var. Herkesten ve her şeyden incinen hazımsız ruhlar, karabasan görmüş cesetler, çizgi roman kahramanları, omurgasızlar, işgüzarlar, her devrin adamları, jurnaller, gülen gözler, ihtiraslar, insiyaklar, intikamlar… Kıskançlık bir nefs çağlayanı halindedir. Artık aramızda hangi bağ olsun, hangi ümit bizi birbirimize bağlasın? Fikri inceldikçe kafası nasıl kalınlaşır insanın? Ne düşman kelimelerimiz var. Paravan adamlar, üst geçitler, tüneller, bağ bozumu yollar, film şeritleri, kurşundan kalemler… Ne yaban kelimelerimiz var. Yeşil müzik, kara kitap, beyaz Türk, kızıl elma, kırmızı şarap, barbekü, green-card, yeşil pasaport, mavi yolculuk, Londra'da bir ev. Şimdi, Tolstoy iman etse ne olur, etmese ne olur?