"Onu hiç iyileşmeyecek bir yara gibi, bir türlü evine ulaşamayan bir yolcunun giderek acı veren hasreti gibi, özgürlük düşü kuran bir idam mahkûmunun kararmayan umudu gibi hep yüreğimde taşıdım."
Kederle oyulmuş bir ah kuyusuna bağırılmış tehlikeli bir masumiyetin ve tehdit türünden bir vaadin amansız varoluş çekişmesinde, her ne pahasına olursa olsun göğe bakmaktan caymayan çocukluğun boca edildiği bir şimdiki zaman trajedisidir Ah Kuyusu! Yine de ve nedense hep özlenen, çağrılan ve beklenen bir geleceğin yankılandığı bir şimdinin eteklerindeki taşlar dökülüyor bu romanda.
Birbirinin yarasını yalayan hayvanlar kadar olamayan, acıtarak yüceleceği zannıyla gaddarlaşan bir kavmin dünyayı kedere boğduğu bir tarihin, nefretle ve vandallıkla kıyıcı, iğdiş edici ilerleyişi; bir kanser hücresi ahlakıyla yerin dibine doğru yükselişi karşısında yaşamdan yana itirazın masumiyeti, güzel günlere inancın sönümsüz sevincine tutunuyor ah kuyusunda soluğunu tutanlar…
Susmuşsa bir insan, dillerin hiçbiri kahkaha atamaz o derinlikte. Kaç dilde konuşulursa konuşulsun, konuşturamaz yüreğindeki alfabeyi yakmış olanı…