Öyle tadlar vardır ki, zamana karşıdırlar. Hatta zaman geçtikçe daha da aranır olurlar. İşte bunlardan birisi de yüzyıllar önce Selçuklu ve Osmanlı Devletlerimizde san'at, ticaret ve ekonomi yaşantımızda yer almış ve derin izler bırakmış olan AHİLİK'dir. Vaktiyle Üniversitede "Türkiye'nin Ekonomik ve Toplumsal Yapısı" dersimi verirken kullandığım aynı isimdeki kitabımdan Ahiliği anlattığımda, öğrencilerim daha iyi anlayabilmek için soru üstüne soru sorarlardı. Bir keresinde "Çocuklar, Ahiliği kitabımda açık açık yazdığım gibi, bu kürsüde de uzun uzadıya anlattığım halde sorularınız bir türlü neden bitmiyor?" dediğimde, aralarından birisi; "Hocam Ahiliğin yaşandığı dönem öylesine mutlu bir dönemmiş ki, dinlemeye doyamıyoruz. Acaba, bu gün de Ahiliği yaşayamaz mıyız?" diye cevaplandırmıştı. Aslında doyamayan sadece öğrencilerim değildi. Ben de anlatmaya doyamıyordum. Filmi geriye sarıp, o yaşantıyı bu güne getirmek mümkün değil, ama insana insan değeri vermek de zor zor olmamalı. Zaten, bana göre Ahiliğin temelinde yatan da "insana, insan değeri vermek" değil midir? Bu kapak yazısında sizlere Ahiliği anlatacak değilim. Kitabın yazarı, yaygın bir incelemeye dayalı olan bu kitabında konuyu bilimsel ölçülerde enine boyuna kaleme almış. Kim yazarsa yazsın "Eli açıklık, kardeşliki yiğitlik, delikanlılık, diğergamlık" örneği olan Ahilik için farklı şeyler söylemeyecektir. Günümüzün, yasal önlemlerle, kolluk kuvvetleriyle san'atta, ticarette, ekonomide, özetle insanların bütün yaşantı alanlarında sağlamaya çalıştıkları güven ortamının bir Ahilik kültürü ve yaşantısıyla sağlanabilmesi sebepsiz, gerekçesiz değildir. Öğrencilerimin Ahilik dersimi anlatmama, tartışmalarımıza doyamamaları gibi, sayın yazarın kıymetli kitabının da tadına varabilmek için tekrar, tekrar okumaya doyamayacağınıza eminim.