"Yalnız yaşamak zor oluyor mu?" diye sormuşlar Bedia Muvahhit Hanım'a bir zamanlar; yalnız yaşamak zorunda kaldığı zamanlar. "Zor olmaz belki" demiş ve derin bir iç geçirdikten sonra eklemiş: "Eğer yoğurtçuların geçtiği o saatler olmasa!" "Genç kuşaklar bu ifadedeki duygu yoğunluğunu anlayabilirler mi acaba?" diye düşündü. Yanıt yerine dudak büktü. Anlayamazlar tabii! Yoğurtçuları da bilmezler, yoğurtçuların geçtiği saatleri de...Omuzlarından birine dayadıkları sağlam bir sırığın iki ucuna asılı tablaları ile sokak sokak dolaşan yoğurtçuları görmediler ki... Akşamüzerleri alaca karanlık sokakların, "yoğurdum kaymaaaak, Silivri kaymaaaak" sesleri ile dolup taştığını duymadılar ki...Bir bir açılırdı kapılar.Kapı önlerinde görünürdü kadınlar, çocuklar.Ellerinde taslar, tabaklar.O da almıştı kaç kez. "Kaymak koyma ama" derdi her defasında.Çünkü sağlığında her defasında öyle tembih etmişti annesi."Sakın kaymak koydurma."Tablalardan birinde, yüksek kenarlı kocaman tepsiler içinde, üzeri bir parmak kalınlığında kaymak kaplı Silivri yoğurdu, diğerinde terazi, ağırlık ölçüleri, kapların daralarını ölçmek için irili ufaklı çakıl taşlan. Neden hep akşam saatlerini yeğlerdi yoğurtçular? İşte bunu da bilemez genç kuşaklar! Kaç evde buzdolabı vardı ki o yıllarda? .. Mutfağın serin bir köşesinde duran tel dolaplarda saklanırdı yiyecekler. Hep taze taze tüketilirdi çabuk bozulan yiyecekler. Yoğurt da çabuk ekşirdi sıcakta. Akşam yemeğinde yoğurtlu yemek varsa, taze taze alınmış olmalıydı. Onun için akşam saatlerinin vazgeçilmez sesiydi yoğurtçular.Prof. Dr. Fatma Esin yeni öykü kitabında yine bizi zaman tüneline sokup geçmiş yılların İstanbul'unda nostalji yaşatıyor.