Tüm duyguların hakiki olarak yaşandığı bir eski devir vardı. Maziye karışan bir eski, üstüne çizik çekilen, ibret alınmayan ve unutulan bir eski. Adına her ne kadar eski dense de günümüzdeki sevdalılara, âşıklara lazım olan, aranılan ve özlenilen bir eskiydi bu. Bırak aşkı, sevdayı, yanmaları. Bu öyle bir eskiydi ki insanın yediğinde, içtiğinde, sohbetlerinde bile tat olan bir eskiydi işte. Eskilerdeki aşklar, sevdalar bir başkaydı, benzemezdi günümüzdeki sevdalara, aşklara. Yanan yürekler, sevgi uğruna kül olan bedenler, adına şiirler ve nağmeler yazılan, tertemiz, saf ve som olan o sevdalar eskilerde kaldı, geri gelmezcesine. O zamanlarda hep tazeliğini koruyan edebin, saygının, sevgiyle ve aşkla bütünleşerek, yaşanmış olan o sevgilerin nesli tükenmiş şimdilerde. Her şeyin eski tazeliği içerisinde olmadığı bu devir, insana bazı soruları da sordurmak için, âdeta davet ediyor gibi. "Eskiden böyle miydi, neydik ne olduk, sahi biz ne yapıyoruz, nerede o eski aşklar, nerede o eski delikanlıca sevdalar?" sorularını da sorduruyor ister istemez. Seksenli yıllarda yaşanmış olan bu hikâyede, aşk ve sevgi uğruna verilen bir mücadelenin, çekilen çilenin, aşılan engellerin kutsallığını, bu kitabı okunduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.