Neden hâlâ Hegel? 1960'lardan sonra dünyada, 2000'li yıllardan sonra ise ülkemizde Hegel'e artan ilginin gerçek kaynağı nedir? Felsefe tarihinde 'metafiziğin kapanışı', 'tarihin sonu' ve 'sanatın ölümü'yle adı özdeş kılınan, düşüncenin bundan sonra gerçekleşmesi gerektiği söylenmek suretiyle tarihin 'oldu-bitti'leri arasına gönderilerek 'ölü köpek' muamelesine tâbî kılınan Hegel, öğretisindeki derinliğin günışığına her geçen gün daha bir çıkmasıyla birlikte, varlığa dair geliştirilmiş düşüncelerin hemen her alanında kendisini göstermeye devam ediyor. Sivil toplum devlet ilişkisine istinaden kamusallıkla ilgili tartışmalarda, sanat-din-bilim-felsefe arasındaki ilişkilerde ve sınır sorununda, tarihi ele alacak olan felsefenin ne menem bir yönteme sahip olacağında, herhangi bir konuyu doğal bir tutumla ve düşünüşle ele almayla felsefî olarak ele alma arasındaki farkı ve bu ikisi arasındaki salınımı gerçekleştirmede Hegel'e örtük ya da açık bir şekilde gönderme yaptığımız artık daha bir aşikâr.
Üç eseri de felsefe tarihinin şaheseri olan çok az filozoftan biridir Hegel. Tinin Fenomenolojisi, Mantık Bilimi ve Hukuk Felsefesinin Anahatları o güne kadar yazılmış ve onlardan sonraki pek çok eser karşısında aşılmazlığını hâlâ sürdürmektedir. Bu eserlerin dışında estetik, din ve tarih alanlarında da Hegel'in yazdıkları tartışmalarda temel belirleyicidir. Kendi zamanına kadarki düşünürler arasında Avrupa'ya yakın coğrafyanın dışındaki dünyayı da hesaba katıp düşüncesine dâhil eden ilk filozof olan Hegel'in felsefesi ilk defa bu kadar açıklıkla ve tüm yönleriyle, dünyanın farklı ülkelerindeki önemli Hegel uzmanlarının yorumlarıyla birlikte huzura getiriliyor. "Hegel üzerine yazılanlardan kapsamlı bir seçki yapmanın zamanı gelmişti. 'Üzerine yazmak' filozofu yeniden konuşturmaktır. Ondan hesap sormaktır da. Filozof bile ölümlü olduğundan, cevap verme, tartışmaya katılma olanağı yoktur. Fakat bu olanağı olsaydı da fazladan konuşmazdı, çünkü söylemek istediklerini zaten söylemiştir" [Uluğ Nutku].