Almanya, 4 Kasım 2011'de hiç beklemediği bir olayla sarsıldı. Eski Doğu Almanya'nın Eisenach kasabasında bir karavanın içinde intihar eden iki genç adam, aynı gün Zwickau'da bombayla tahrip edilen bir ev ve bundan birkaç gün sonra polise teslim olan bir genç kadın, 2000 yılından beri işlenen 10 cinayetin aydınlığa kavuşması sürecini başlattı. Sekiz Türk, bir Yunanlı ve bir Alman polis memurunun hayatını kaybettiği bu cinayetler adının Nasyonal Sosyalist Yeraltı olduğu anlaşılan bir ırkçı terör örgütünün marifetiydi. Almanya, ilk kez örgütlü ırkçı terör olgusuyla karşılaşmıştı. Gerçi ırkçı katiller ilk kez cinayet işliyor değillerdi. Fakat örgütlü sağ terörle yeni karşılaşılmıştı ve soruşturmalar sırasında güvenlik ve istihbarat makamlarının yıllar boyu süren hataları ortaya çıktı. Siyaset kurumunun, kamuoyunu yönlendiren kanaat önderlerinin ve medyanın bir demokratik hukuk devletinde inanılması güç hatalara nasıl neden oldukları hayretle görüldü. Soruşturma adına kurbanların ailelerine yapılan haksız muamele, ırkçı katillerin adeta yakalanmaması için gösterilen gayretler ve müthiş bir vurdumduymazlık tüyleri ürpertici bir hal aldı.
Almanya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde özellikle göçmen kökenlileri hedef alan ırkçılık hangi kaynaktan besleniyor ve nasıl bir boyut almış durumda? Demokratik hukuk devletinde bu günümüzün çağdışı belasıyla nasıl mücadele edilmeli? Bu gelişmeler Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkileri ne ölçüde etkilemekte? Alman Kışı, Almanya'daki ırkçılığın arkasındakileri açığa kavuşturmak için yazıldı.