"Mahkemede tutuklanıp cezaevine götürülürken huzursuzdum, rahat değildim. Bir yandan yanımdaki arkadaşlara fısıltıyla zindanı anlatırken diğer yönüyle de 'zindandaki arkadaşlar acaba nasıl karşılarlar, ne derler' diye düşünmeden edemiyordum. Tutsaklık zoruma gidiyordu, kabullenemiyordum. Esasında gözaltı süresi boyunca, özellikle hastane odasında, arkadaşların bir şekilde gelip bizi kurtaracaklarını hayal ediyordum. Maalesef umut dolu beklentilerim gerçekleşmemişti.
"Zindanın kabul kapısından sorunsuz geçip selametle arkadaşlara ulaşmıştık. O süreçte henüz kapıda öyle çok olumsuz, ciddi dayatmalar, itirafçı ya da 'bağımsızların' kaldıkları koğuşlara gitmeye zorlama yoktu. Galiba buna ihtiyaç duymuyorlardı."
"Devlet olgusu tanrının yeryüzündeki haliyse, zindan da onun cehennemidir." İşte bu cehennemin içinde yoldaşlar, canlarıyla, kanlarıyla, saygınlık uyandıran direnişleri ile yarattıkları gül cennetlerine ayak basıyorduk. Bu anlamda kutsal bir mabede girmiştik. Sanki bir ömür kadar uzun süren o işkencenin ve aşağılanmanın yaşandığı cehennem ateşinin içinden etimiz yanarak, kemiklerimiz kırılıp sızlanarak geçerken, sırf böylesine yürekten ibadet edilen bu mabede kendimizi yeniden yaratmak, yeni baştan oluşturmak ve arınmış tertemiz bir ruh olarak yeniden dünyaya dönmek için ayak basmıştık."
Amansız Yıllar… Otuz yılını zindan duvarları ardından geçirmiş bir devrimcinin kaleminden. 1990'lı yılları, dışarısı ve içerisiyle çok farklı bir perspektiften inceleyen bir hikâye. İlk elden bir tanıklık… Şaşırtıcı… İçten… Sürükleyici…