Bir toplumun yaşayışı, dünya görüşü, inançları, adetleri, bilim, teknik ve sanat eserleri gibi pek çok özellikleri, o toplumun diline yansır. Dolayısıyla dil her yönüyle "bir ulusun kültürünün aynasıdır." Günümüz uygarlıklarını olduğu kadar, eski uygarlıkları anlama ve incelemede insanın en önemli aracı ve yardımcısı o uygarlığın dilidir. Bu dil ne kadar iyi bilinirse, araştırma ve incelemeler de o kadar doğru ve titiz bir şekilde yapılır.
İnsanlığın bilinen en eski kutsal kitabı Rigveda'nın yazıldığı dil olan Sanskrit'in, diğer Veda kitaplarının, destanlar, Purānalar, Hindu ve Buddhist Sūtralar, dramlar ve başka birçok eserin varlığı göz önünde tutulursa, eski Hint uygarlığı hakkında bize bilgi verebilecek en önemli dil olduğu anlaşılacaktır. Bir dilin önemini o dili konuşan insan sayısının fazlalığı değil, o dille oluşturulmuş edebi eserlerin fazlalığı ve o eserlerin niteliği gösterir. Konuşan sayısının yüz bini bulmadığı Keşmirî'nin, milyonlarca konuşanı olan Ādivāsī (kabile) dillerine karşın, örneğin Kui, Kurukh, Santal, Gond, Oraon dilleri gibi dillere karşın daha küçük bir dil konumunda olması gerekirdi ki durum böyle değildir. Çünkü Keşmirî'nin ciddi bir edebiyatı vardır. Edebiyatın gelişmişliği konusunda en iyi örnek Sanskrit'tir. Günümüzde yaklaşık elli bin kişinin konuştuğu, iki-üç bin sene önce de olasılıkla, göreceli olarak, az bir nüfusun kullandığı Sanskrit dili, öylesine muazzam bir edebiyata sahiptir ki, gelmiş geçmiş tüm Hint dilleri sonraki edebiyatlarını bu dille oluşturulmuş edebiyat üzerine kurmak zorunda kalmışlardır. Ayrıca 16. yüzyılda Batı'nın Sanskrit dilinin varlığından haberdar olmasıyla bu dilin edebiyatının da Avrupa edebiyatının başında yer aldığı, onun öncüsü olduğu görülmüştür.