Immanuel Kant (1724-1804) tüm yaşamını doğduğu ve hiç ayrılmadığı Prusya kenti Königsberg'de geçirdi. Orada tanrıbilim okudu, 1755'te öğretmenlik görevine başladı, 1770'te mantık profesörü oldu, ve hiç evlenmedi. En önemli yapıtı olan Arı Usun Eleştirisi' nde bilme yetimizin bilmeye yetenekli olup olmadığını bilmemiz, yani bilmeden önce bilmemiz gerektiğini göstermeye çalıştı. Kişisel bilincini Gerçeğin saltık yargıcı sayarak "Arı Us" dediği sıradan derin düşünme yetisini yargıladı, ve onu bilginin sınırlarını aşması zemininde eleştirdi. Buna kanıt olarak herhangi bir çıkarsama ya da tanıtlama sunmayı gerekli görmeksizin, tüm belirlenimlerden boşaltılmış ve dolayısıyla bilinmesi özel olarak olanaksızlaştırılmış ve gereksizleştirilmiş bilinemez bir kendinde-Şey soyutlamasını gösterdi. Bilme yetisi gerçek Varlık ile, kendinde-Şey ile ilişkisiz olarak salt kendi düşüncelerini bilebilirdi. Bilmenin bilincinin ötesine, nesnelliğe geçmesi yasaklandı.
Kant'ın tanıtlamaları sıradan bilincin olağan tasım işlevleridirler, her içeriğe eşit ölçüde açık olarak herhangi bir yöntemsel karakter göstermezler. Bu seçme özgürlüğü içinde, Eleştirel Felsefe Realiteyi bilginin alanından dışlar ve Fenomenin öznelliği içine yerleşerek yalnızca bilincin kendisinin bilginin nesnesi olabileceğini savunur. Yine, eğer Kant'ın felsefesini düzeltmeden alırsak, insan için olanaklı olan yalnızca fenomenal bir 'bilim,' bilginin yerini alan inancın temelinde fenomenal bir ahlak ve törellik, ve kişisel-öznel beğeniler temelinde fenomenal bir estetiktir.
Özellikle 'aşkın/transzendent' olanla ilgilenmeyen felsefesine keyfi olarak ve paradoksal olarak 'Aşkınsal/Transzendental Felsefe' adını veren Kant kuşkucu eğilimi ile Aufklärung filozofları arasında bir onur yeri doldurdu. Tüm zamanlarda kendisini dinlemeye ve izlemeye hazır eşit ölçüde kuşkucu eğilimli geniş bir bilinç alanının duygudaşlığını kazandı. Kişisel olarak bir nihilist olmasa da, "insanın yamuk tahtasından düzgün hiçbirşey yapılamaz" diyordu.