Arkeoloji, sanat, sanat tarihi, müze ve müzeciliğin birlikte anılması oldukça doğaldır. Dahası; yararlı, gerekli ve hatta zorunludur. Zannedildiği ya da zannedilebileceği gibi, herhangi bir olgunun ilişkili olduğu başka olgulardan yalıtılarak ele alınması, o olgunun gerçekliğini daha iyi yansıtmaz. Araştırılacak herhangi bir konunun ilişkili alanlarla birlikte ele alınması, bütüncül anlayışa bağlı yöntem ve teknikleri de gündeme getirecektir. Eğer bu olgular kendi tekil bağlamlarında doğrudan bilimsel bir disiplin değil de bilgi alanı kapsamındaysa; amaç, yöntem ve buna uygun tekniklerin bulunması çok daha önemli olmaktadır.
Sanat, arkeoloji ve müzecilik; sezgisel-duyuşsal bilginin, toplumsal-kültürel hatta bir ölçüde teknolojik bilgi ve birikimin kapsamında yer alırlar. Bunlardan hiçbiri doğrudan bilim değil, bilimlerle bağıntılı ve bilimsel olarak ele alınabilen etkinliklerdir. Bu nedenle; sanat, arkeoloji ve müze bir bütün hâlinde ele alındığında, öncelikle her birinin kendi özgünlükleri gözönüne alınarak sağlıklı bir ayrımlama yapılır ve değerlendirilebilir. Çünkü bütüncül bakış, unsurların bir bileşimi değil, farklılıkların kendi içinde derinleşmesine imkân tanıyan genel bir çerçevedir.