Başlangıçta Söz vardı. Söz, Hakk'la birlikteydi ve Söz Hakk'dı. Her şey O'nun [Logos] aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı. Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi. Işık nûrdu. Doğu da Batı da O'nun nûruyla aydınlandı. Artık nereye dönülürse dönülsün Hakk'ın nûru ve yüzü oradadır. Çünkü Hakk, insanı kendi sûretinde yarattı; dahası, insana kendi rûhundan üfledi ve hiçbir şeyde, insanda zâhir olduğu kadar apaçık mâhir olmadı. Böylece Hakk, insanı mekân edindi.
Bu aşk'tı. Çünkü insan ve mevcudât, hayat bûsesini Hakk'dan almış ve O'na mâşuk olmuştu. Dem bu dem, Hakk ve İnsan birbirinin sırrı oldu. Ardından Hakk insana kelimeleri öğretti. Çünkü Hakk, insanı Kendine onurlu bir halifesi olarak seçmiş ve onu varlıkların en şereflisi olarak Zâtına yâran eylemişti. Böylece ona, Aşkın Birlik'in, Kadîm Güzellik'in, Sonsuz İyilik'in anahtarını ve sorumluluğu verdi.
Elinizdeki bu kitap, sizi ilk ve tek olan bu görkemli hikâyenin en başına götürüyor ve sûfîlerin patikalarından Fenâ [İlâhî Özdeşlik] ve Bekâ [İlâhî Sonsuzluk] makamlarına ulaştırıyor.
Bir varmış, bir yokmuş…
Biri varmış biri yokmuş…
Sâdece 'O' varmış.
Ve O, sen olmuş, sen de O!
O, sende var oldu. Sen de O'nda varolmak istiyorsan, işte anahtar elinde.
İkrâ! [Oku!]