90'lı yaşlarındaki Mahbube, henüz 20'li yaşlarındaki yeğenine, acı tatlı anılarıyla hayat hikâyesini anlatmaktadır. Tıpkı genç yeğeni gibi, varlıklı ve asil bir aileden gelen Mahbube, 15'indeyken marangoz çırağı Rahim'e âşık olur. O günlerde evlerine görücü gelen prens ailesinin oğlunun ve kendisini samimi bir aşkla seven kuzeninin evlenme tekliflerini reddeder. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen, sevdiği gençle evlenir ve bambaşka bir dünyaya adım atar. Fakat aşkının sarhoşluğu, yeni hayatında yaşadığı acıları dindirmeye yetmez... Yoksulluktan çok, evlendikten sonra kabalaşan kocasıyla kayınvalidesinin kırıcı tutumlarına tahammül etmektir zor olan. İran'da ve Almanya'da on binlerce okuyucunun beğenisini kazanan bu kitap, hangi kültürde olursa olsun, eş seçiminde anne babanın iç güdülerine kulak verilmesini öğütlüyor. Sadece duyguların yönlendirmesiyle bütün yaşamı etkileyecek bir karar almadan önce, durup bir kez daha düşünmeye davet ediyor. Romanın kahramanı Mahbube'yle beraber gülüp ağlıyorsunuz. Acı çekiyor, ümide kapılıyorsunuz. Okurken, "Ben şu anda evde miyim yoksa Tahran'da mıyım?" diye kendi kendime sorduğum anlar oldu. Olayların içindeymişim gibi hissettim. Hatta zaman zaman kitabı bir kenara bırakmak istedim. "Bu kadının yaşadığı acıları okumaya dayanamayacağım" dediğim oldu. Bu kitapta hayat tecrübesi konuşuyor. Aşkın kör ettiği gözlerin açılması, insanın aklının başına gelmesi anlatılıyor. Kitap bittiğinde, odamın her yerine kitabın sihirli etkisi sinmişti. Aynı anda hem hüzünlü hem mutluydum, derin düşüncelere dalıp gittim. Uzun süre Mahbube'yi düşündüm. Ne diyebilirim, müthiş bir kitap. Kalbinizi açarsanız, gözlerinizin açıldığını göreceksiniz. Ve annenizle babanızın, sizi tahmin ettiğinizden çok daha fazla sevdiğini... (Almanca baskı Der Morgen der Trunkhenheit'ın bir okuyucusu.) Gelmiş geçmiş en güzel aşk hikâyelerinin anlatıldığı İran edebiyatından bu defa modern bir aşk hikâyesi. "Çılgın bir tutkuyla alevlenen bir aşkın, mutlu bir evliliğin temelini atması mümkün müdür?" sorusuna cevap aranıyor. Bu roman, Nizâmî'nin Leylâ ile Mecnûn'unda ve Hâfız'ın şiirlerinde hayranlıkla okuduğunuz edebî zenginlikle süslü çünkü aynı gelenekten besleniyor. Özellikle, ulaşılamayan aşkın, aynı anda hem zevk hem de acı verişini tasvir eden bölümleri son derece etkileyici. Binbir Gece Masalları'ndaki hikâye içinde hikâye anlatma geleneğinin bir uzantısı, aynı zamanda modern roman teknikleriyle işlenmiş bir metin. Elinizden bırakamayacağınız, bir günde okuyup bitireceğiniz ama uzun süre aklınızdan çıkaramayacağınız bir roman. (Frankfurter Allgemeine Zeitung, "Rezension: Belleristik", 15 Kasım 2000.)