Yaşadığımız dünya belki bir görünümler dünyasıdır; zamanın, mekânın, duyularımızın ve idrakımızın elinden kaçan, daha derin bir gerçekliğin köpüğüdür. Ama ayrılıktan, dağılmadan ve sonluluktan oluşan dünyamız, aynı zamanda câzibenin, sevginin, kavuşmanın, coşkunun da dünyasıdır.
Istıraplarımızın, mutluluklarımızın ve aşklarımızın dünyası olan bu dünyaya bütünüyle gömülmüşüzdür. Hissetmemek ıstıraptan kaçınmaktır, ama zevkten de kaçınmaktır. Mutluluk yeteneğimiz ne kadar artarsa, mutsuzluk yeteneğimiz de artar. Tao-tö-king de tam şöyle der: "Mutsuzluk mutluluğun kolunda yürür, mutluluk mutsuzluğun ayakucunda yatar."
İçimizde, aynı anda, hem dünyamızın boş olduğu bilincini, hem de istediği veya elinden geldiği zaman yaşamın bizev getirdiklerinin doygunluğu bilincini barındırmaya mahkû-muz. Bilgelik bizden dünya ve yaşamdan kop-mamızı istiyorsa, hakikaten bilge midir? Aşkın doygunluğunu, tamlığını diliyorsak, hakikaten çılgın mıyız?