Aşk, edebiyatı, sanatı ve neredeyse bütün sosyal bilimleri bir tarafıyla ilgilendiren soylu bir duygu. Bu duygu ve düşünceyi insanoğlunun ortaya koyduğu kültür ve medeniyet varlıklarından çıkarırsak geriye ne kalır? Edebiyat anlamsız kelimelere, müzik kuru gürültüye, resim başıboş renklere ve çizgilere en kötüsü de insan et ve kemik yığınına. Hatta sadece toplumun belli bir kısmını ilgilendiren edebiyat ve kültür eserlerinin (özellikle şiirin, hikayenin, romanın) daha geniş bir toplumsal kabul görmesi, insanlarda karşılık bulması sanatçının yüreğinden kopup gelen aşkın kardeş yüreklerde yankılanması, tek tek yüreklere dokuna dokuna çoğalıp büyümesi değil midir?
Pervanenin kendini yok etme pahasına muma koşması, Latin şairinin dediği gibi "insanın yaktığından büyük ateşlerde yanması" aşkı hem bütün kültürün konusu yapıyor, hem de sırrının ve muammasının her dem ter ü taze olmasını sağlıyor. Fuzuli ilmi bir dedikodu olarak nitelemiş "Aşk imiş her ne varsa alemde" demişti. Ruhi Bağdadi de "Halledemez meseleyi aşkı müderris" diyerek onun bir bilgi değil hal olduğunu, onu bilgiyle çözümleyemeyeceğimizi söylüyordu.
Bu eserimiz, aşk konusunu teorik olarak ve ayrıntılı bir şekilde ele almakta. Ve iki kitabı biraraya getirmekte. İlki Aşk, Selanikli Abdi Tevfik'in kaleme aldığı bir eser. İkinci kitabımız yazarı belli olmayan Muhadese-i Dil ü Aşık-Gönül ile Aşık'ın Sohbeti isimli risale.