Aşk hem "Âşık"ta hem de "Mâşuk"ta mevcuttur fakat tesirleri her ikisinde başka başkadır. Âşık makâm-ı niyâzda, mâşuk ise makâm-ı nâzdadır. Âşık, sevdiğini elde etmek için yanar da yanar… Onda yok olmak âşık için sıradan bir haldir. Ne zaman arzu ettiği hayalleri gerçekleşmeye başlar bu defa değişim kaçınılmazdır âşıkta…
Sevilen, âşığıtanımaktazorlanır…
Aşk ezelde Hakk'ın zâtından neş'et etmiş, daha sonra rûh ile birlikte bu âleme gelmiştir. Aşkı, kalbin bir basamağı olan rûh ile birlikte ele alan ve rûhu aşkın bineği olarak niteleyen Ahmed Gazzâlî, her ikisinin de kendi asıllarına yani Zât-ı Hakk'a geri dönüşünün ve vahdetin yine bu birliktelik ile gerçekleşeceğini düşünmektedir.
Aşkın sırlarının onun harflerinde gizli olduğunu ifade eden Gazzâlî'ye göre, aşk kelimesini oluşturan "Ayn, şîn, kâf" harflerinden "Ayn harfi: göze ve görmeye", "Şîn harfi: dolu dolu içilen şevk şarabına", "Kâf harfi ise kalbe" işâret etmektedir.
Ona göre âşık; tamamıyla fakirlik, mezellet içinde ve ihtiyaç sahibi olma özellikleriyle tevhîd yolunun yolcusu olan sâlik veya tâlibtir. Mâşuk ise, bütünüyle istiğna makamında bulunan, tekebbür ve tecebbür sahibi Hak Teâlâ'dır. Zâhirde ayrı görünen aşk, âşık ve mâşuk üçlüsü, Zât-ı ehadiyyet mertebesinde birlik hâlindedir.
Bir ağacın dalı kuruduğu vakit kök onu telafi eder ve ağaç yeniden dallanır. Ve eğer kök çürüyüp bozulmuş olursa, ağacın tamamı helâk olur.
Netice…
"Mâşuk"una ihanet eden "Âşık" helâk olur gider…
Bu son kaçınılmazdır…
Şems-i Tebrizî'nin ifadesiyle:
"Her şey insanoğluna fedâ iken, insanoğlu kendine cefâ olmuştur."