Hani bavulunu toplayıp, her şeyi ardında bırakıp da gitmek istediğin o uzak diyarlar var ya… Ben seni oralara, orana götürmeye gelmişim... Masallarının ülkesine, kaybettiğin düşlerine, kırılmış hayallerine geri götürmeye gelmişim… Hep birini beklemişsin, belki bir mucize. 'Biri de bana dokunsun, tüm içtenliğiyle gülümsesin yüreğime' diye beklemekle geçmiş ömrün. Dokunmak şöyle dursun yaralamışlar. Hep koşulsuz güvenmenmiş, çok sevmenmiş hak etmediklerini yaşamana sebep olan. Değişmek zorunda kalmışsın. Böyle çıkmamışsın oysaki yola, biliyorum. Öylesine güzelmişsin ki… Hep vermişsin, alamamışsın. Kendini bile… Ne çok yıpratmışlar içindeki o tertemiz insanı. Dünyanın aslında merkezi olduğunu, ne kadar özel olduğunu unuturmuşlar. Ben seni senden alıp önce, silkeleyip de üzerindeki tozları, o güzelliklerini yine sana vermeye gelmişim. İçindeki örselenmiş o çocuğun yaralarını sarmaya gelmişim. İzin verir misin, yüreğine dokunmama? Benimle gelir misin, sonsuza?
"Ahhşk pembe aşk romanlarından değil asla. Psikolojiden felsefeye, edebiyattan fiziğe kadar çok farklı alanlarda insana ufuk açan, düşündüren bir roman. Saf, sevgiliye dokunulmadan da mesafelere ve zamana nasıl dayanabileceğini gösteren, Fuzuli'yi kıskandıracak bir aşk. Divan edebiyatı kadar derin ve düşündürücü, halk edebiyatı kadar sade ve samimi, dünya klasikleri kadar da hoş bir tat bırakıyor insanda. "
-Seda Özdemir (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni)-