"Kirpiğimin ucuna takılan halleri gözümün önündeydi, yankılanıyordu kulağımda sözleri. Un bulaşmış evlilikleri, mayalanmış dertleri ve bir türlü pişirip yemeyi beceremedikleri kabarmamış hayalleri. Evliliklerindeki toz kaplı ilişkileri, çocukların bitmeyen istekleri, akraba kıskançlıkları… Ne çok konu vardı susmadıkları. Başladılar mı veryansınlara, simidinden düşen susamlar gibi dağılırdı dört bir yana şikâyetleri. Saçını başını yolan, küfrü dua gibi dilinden eksik etmeyen, dırdırlarının biri bitmeden diğeri başlarken bir anda içilen kahvelerin fincanları ters dönerdi ve hepsi sus pus olur falcıya kulak kesilirlerdi."
Ayşe (Avluya dönüş)
Hiç ulaşamadıkları sevgiydi çamaşır teknesinde ha bire çitiledikleri. Görmedikleri şefkat ve ilgiydi çalı süpürgesiyle rüzgara karşı süpürdükleri. Gidemedikleri yollar, eremedikleri kısmetleriydi telvenin arasına gizlenenler. Kapanan fallardaki tek gerçekse kabaran yürekleriydi...
Avlunun Kadınları, Catherine Jakubiak İliadis'in ikinci eseri ama ilk öykü kitabı. Kendisine kadın öyküleri dedirtecek kadar anne, kız, abla, teyze, anneanne, babaanne yaşatıyor içinde. Tam da bu yüzden çok renkli, çok sesli, mis kokulu, duygusal, çok bizden... İliadis, Markella'yı Beklerken adlı otobiyografik romanından alışkın olduğumuz samimi ve masalsı dili koruyor öykülerinde. Onun kadınsı dünyasında gezinmeyi özleyenlere bir sözümüz var;
"Neyse haliniz çıksın faliniz..."