Tüm kasvetini bütün heybetiyle sergileyen soğuk bir kasım akşamıydı. Sessizlik, loş sokakların karanlık duvarlarına kadar sinmişti. Bir balta sanki el bombasını andırırcasına sessizliği yarıyordu. Genç adam derin bir yutkunma, acı bir tebessüm ve içten bir ah ile yavaşça doğruldu. Alnındaki boncuk boncuk terleri toza talaşa bulanmış sağ kolu ile sildi. Gözü, ince bulutlar arasında kendisine gülümseyen aya takıldı. Mahzun bir şekilde başını yere eğdi ve gönül pınarlarından çağlayan duyguların bir yansıması ile kendi gölgesinde vurulduğu kızın ay yüzünü gördü. O günden sonra artık ne bir gölgeye ne de bir resme ihtiyaç duydu genç adam. Gönül aynasının tek yansıyanı "O" oldu…
…
Bir gün bir gül aldı ve uzattı genç adam sevdiği kıza. Umursamaz bir eda ile aldı sevdiği kız gülü. Koşarcasına uzaklaştı oradan ve arkasına bakmadan ve dahi her birine şiir okunmuş gülün yapraklarını yere saçtığına aldırmadan. İşte o gün genç adamın gönül aynası paramparça oluverdi. Düşen her bir gül yaprağını kalbine saplanan birer mızrak bildi genç adam. Şimdi gönül aynası genç adamın kalbinde dinmek bilmeyen bir yaranın kabuk bağlamış iziydi artık…