Gittiler. Kehribar kokularına doğru yol aldılar. Sessizliğin içerisine açılan mutlak kapıya ulaştılar. Sırlar yoktu burada. Şüphelere yer yoktu. Bir zamanlar Sultanın Nada olduğunu keşfettiği ermişlerin yanına vardılar. Aya çocukluğundan beri tanıdığı kehribar kokusunu içine çekti ve hep alışık olduğu sessizliğin ortasında buldu kendini. Zahir ve Asya bu sessizlik içerisinde geçirdiler günlerini. Sessizlik onlara başka kapılar açıyordu. Bu açılan kapılardan sayısız yolculuk yaparak kendilerine ulaşıyorlardı. Sonunda gerçekten duydular, gerçekten gördüler, gerçekten hissettiler ve gerçekten anladılar.
Asya dinledi. Kimi zaman konuştu, kimi zamansa sustu. Sessizlik aslında evrenin çığlığı idi. İnsanın ne kadar çok şey bildiğine şaşırdı. Günlük, sıradan hayatlarımızda kullandığımız aklımızın en büyük sır olduğunu keşfetti. Yüreğindekiler aklının sırları idi. Gülümsedi Asya. Doğan güneşe, ırmakların sesine, doğanın uyanışına gülümsedi. Işığın doğduğu yöne çevirdi yüzünü. Artık bir zamanlar sır olduğunu sandıklarının aslında sır olmadığını anladı. Annesi, kitapçık, kehribar ağacı, dövme, tesadüfler, kehanetler Hepsi aynı şeydi. Artık soru sormuyordu Asya. Artık bir sürü bilinmezle yaşamıyordu. Parça parça anılarının beynini kemirmesine gerek kalmamıştı. Rüyalarındaki seslerin anlamını ve o seslerin ona anlatmaya çalıştıklarını çok iyi biliyordu. Sır diye bir şey artık yoktu.