Esaret altında bir şehir,
Gülhane Parkı'ndan yola çıkıp Alemdar Caddesi'nden yukarıya doğru sert ve hızlı adımlarla yürüyen bir Fransız taburu At Meydanı'na varınca Ayasofya Camisi'nin avlusuna açılan kapıya doğru yöneldi. Kapının önüne gelince sert bir emirle durdu. Fransız komutan kararlı bir ses tonu ile kapıda nöbet tutan askere seslendi:
Acele burayı boşaltmalısınız alınan karar doğrultusunda bu kiliseye biz yerleşeceğiz
Mefkuresini her şeyin üstünde tutan bir imam Ömer Hoca:
Esaret altındaki Ayasofya'nın Sultanahmet'in duvarlarında yankılanan inlemeleri dağlar yüreğimi. Ayasofya'nın gözyaşları dökülür kalbimin orta yerine. Minarelerin hıçkırıkları yüreğimi dağlar. Diz çöker orada dakikalarca ağlarım onlarla beraber, ağlamayı unutmuş milletimin yerine.
Aşkı ile idealleri arasında sıkışan bir genç Yasin,
"Seni tanıyalı yönüm, yolum şaştı. Seni tanıyalı günüm, gecem karıştı. Seni tanıyalı rüyam ile hülyam çatıştı. Ekmeğime ballı zehir karıştı. Ölümle canlılık iç içe geçti bende. Bedenim yaşarken ruhum öldü sanki. Ah be yangın! Yok muydu tutuşturacak onca yat, kat ve konak geldin de bu viraneyi tutuşturdun? Ah be aşk yok muydu ki yıkacak onca dertsiz ve gamsız gönül vardın bu aşiyanı yıktın!"