"Belki beş yüz, belki bin sene önce, insanın insana eziyet etmediği kadim zamanlarda, güneş ülkesinde, ulu nehirler arasındaki narlı, bereketli topraklarda huzurla yaşarken ceylan, hainlerce kıyımlara uğramışlar. Gökteki tufanlar gibi, insanlar gazap olmuş üzerilerine yağmışlar... Zulümlere dayanamamış, doğup büyüdükleri toprakları bırakıp, geceleri, ayın süt mavisi ışığında dağların doruklarına çekilmişler. O bulutlu, çileli yerleri yurtlanıp, sevişip yeniden çoğalmış, bir daha da düzlüğe, insan içine inmemişler... Güneş ülkesinde ise toprağın dengesi bozulmuş, bereketi gitmiş, yağmurlar hele hiç yağmamış, susuzluktan insanı yutacak kadar derin çatlaklar belirmiş... Bir zamanlar ceylan etiyle beslenmiş insanlar açlık belasıyla evlerini, yurtlarını terk edip göçer olmuşlar. Güneşten uzaklaştıkça, önce bedenleri, gittikçe de ruhları üşümüş, göçtükleri topraklarda ya talan, ya da ziyan olup yitinmişler..."