"Elindeki çayla kirli sandalyeye oturan yaşlı bir adam ayakkabısının burnuyla, güneşlenen kedinin keyfine ortak oluyor. Kedi az ötede simit kırığını gagalayan serçeyi fark edip fırlıyor bir anda. Ben de nemli banktan uzaklaşıp plastik sandalyelerden birine oturuyorum. Önümden geçen yaşamın renkli kişiliklerini izliyorum. Hepsi ayrı bir dünya, hepsinde saklı sayısız öykü.
Yüzü buruşmuş, kırlaşmış kalın kaşları kalkık, yaşlıca bir adam geçiyor önümden. Ceketini iyice kapatarak iki eliyle sımsıkı tutan bu adamı tanıyorum. Yıllar öncesinden babamın çalışma arkadaşıydı. Babam da yaşasa bu yaşlarda olurdu, ama böyle dik yürür müydü, bilmiyorum. Yaşamın yükünden yakınsa da, sağ iktidarların hızlı savunucusu, dar gelirli oluşunu kadere bağlayan, memurluk dışında her zaman ikinci bir iş koşturan yorgun bir makineydi sanki babam."