Babil efsanelere konu olmuş ve kutsal kitapların hepsinde yer bulmuş bir kentti. Kentin yapımında kullanılan kerpiç malzemelerden ve çevresinde beslenen düşmanlıklardan, kinden, nefretten yerle bir olmuştu. Modern çağlara kadar da izine rastlanmamıştı. Arkeoloji bilimi 19. yüzyılın sonlarına doğru Babil'in kalıntılarını bularak efsaneden gerçeğe dönüşmesini sağladı. Babil'in Asma Bahçeleri'nin izi ise hiç bulunamadı. Bu kentle adları özdeşleşmiş üç isim vardır: Nebukadnezar, Semiramis ve Büyük İskender.
Ancak Babillilere fikrini soracak olursanız bu üç isimden daha önemli tek bir şey vardı: Tuz. Kadim Babil halkı için tuz, altından bile daha kıymetliydi. Yiyeceklerin korunması, lezzetlendirilmesi, derinin işlenmesi gibi hayati öneme sahip yapısı, tuzu insanların temel ihtiyaç maddesi ve ticaretin en kazançlı unsuru haline getirmişti.
Bu roman, bir tuz madeninin keşfi sayesinde Babil Krallığı'nın el değiştirmesinden, Semiramis ve onun için dünyayı fethetmeye hazır Nebukadnezar'ın azim ve hırs dolu serüvenine kadar giden bir hikayeyi konu alıyor.
Babil herkesin bir şeyler bulmayı umut ettiği bir kentti. Kimileri gücü, iktidarı, serveti; kimileri de tanrı Marduk'un adaletini veya ölümsüzlüğü arıyordu. Büyük İskender burada ölümsüzlüğü ararken aslında ölümün kendisine şah damarından daha yakın olduğunu nereden bilecekti? İşte efsaneler diyarı Babil böyle bir yerdi. Belki de değildi. Kim bilebilir?