Yaşamak ve öğrenmek, birbirlerine öylesine bağlılar ki ikisinin de hakkını vermek gerekiyor. Doğal ve tarihsel tüm zaman ve uzamların bir öğrenme/deney ilişkisi olduğunu fark ettiğimden beri kendimi kah örenen kah öğreten uğrağında buluyorum. Deneyimlerime göre, tüm algı ve duyular aracılığıyla öğrenme ve öğretme ilişkisi bir iç içelik, yani etkileşim içinde yaşanıyor.
Çekirdek aile, komşuluk ilişkileri, okul, hastane, işyerleri, sokaklar, kütüphaneler, müzeler, meydanlar öğrenme imkanının olduğu alanlar/ilişkiler. Verili koşullarda politik bir mekan olarak okullar, öğrenme ve öğretme ilişkilerini yüzeyselleştiren, anlamı azaltan, etkileşimleri dağıtan, karşılaşmaları azaltan, bir zekayı diğerine bağlayan mekanlar olarak işlev görüyorlar. Bu yüzden okullar, genç bedenlerin kendilerini nasıl geliştirebileceği sorusundan giderek uzaklaşıyor. Ne var ki bu sorunun yanıtının peşine düşmek gerek.