Batı'ya Yön Veren Metinler'in dördüncü ve (şimdilik!) son cildi, on dokuzuncu yüzyıl boyunca liberallerin "bırakınız yapsınlar" sloganında özetlenen politikalarına meydan okuyan bir muhafazakârla başlamaktadır. Ortodoks Hıristiyanlar, Avusturya şansölyesi Prens Metternich, Fransız düşünür Alexis de Tocqueville, İngiliz hukukçu James Fitzjames Stephen gibi ünlü muhafazakârların yanında yer alır. Papa IX. Pius, liberallerin tüm çalışmalarını kınarken, Kardinal Newman liberalizmi, Protestanlığın içini boşaltarak Katolikliğe benzetmekle suçlar. Sosyalistler, liberallere işçi sınıfını istismar ettikleri gerekçesiyle karşıdır; liberal anayasaların kâğıt üzerinde demokratik olmakla birlikte, kapitalist burjuvaziye denetim üstünlüğü veren ortamı yarattığını ileri sürerler.
Ne var ki, yirminci yüzyıl, hiçbirisinin öngöremediği kadar güçlü bir yeni akımla sarsılacaktır: Müsamahasız ırkçılık ve emperyalizm. İngiliz kökenli bir Alman olan Houston Stewart Chamberlain "Ari" diye adlandırdığı muhayyel bir ırkın erdemlerini vazetmekte, İngiliz bilim adamı Kari Pearson, soydaşlarının mükemmeliyetlerini sürdürebilmeleri için Darwin'den mülhem seçici üremeyi desteklemektedir.
Birinci Dünya Savaşı, Fransız filozof Henri Bergson'un "bilgiye sezgisel yaklaşım" adına bilimsel yönteme meydan okuduğu, yurttaşı Georges Sorel'in irrasyonel şiddeti yücelttiği, Friedrich Nietzsche'nin yeni bir yiğitlik ahlakı adına Hıristiyan etiğine saldırdığı, Dostoyevski'nin mucize, gizem ve otoriteye geri dönüş çağrıları yaptığı entelektüel ortamın himayesinde serpilir. 1914'ten itibaren baş veren "entelektüe-kaos," anti-entelektüel akımları besler. Paul Tillich'in "Endişe Çağı," Ortega y Gasset'in "Ara Dönem" dediği süreçleri de körükler.
Yeni toplumsal açılımlar olarak takdim edilen komünizm ve faşizm, Batı düşüncesinde yeni savrulmalar getirir. İkinci Dünya Savaşı ve sonuçlarının irrasyonelliğinin derinden etkilediği Oswald Spengler, Arnold Toynbee, Teilhard de Chardin gibi saygın aydınlar eserlerinde sitemlerini dillendirir. 1970'li yıllar, yirminci yüzyılın başından itibaren dünya ve kâinata dair tasavvurlarda sessiz bir devrim gerçekleştiren kuantum fiziği ve çok-değişkenli saçaklı mantığın, fizik laboratuvarlarından taşıp Batı entelijansiyasını yepyeni kavramlarla sarstığı yıllardır. Werner Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi'nin, Erwin Schrödinger'in kuantum yasalarına göre hem ölü, hem diri olan ünlü kedisinin yarattığı düşünsel depremin etkilerinin, Sör Isaac Newton'un 1600'lerin ikinci yarısında ortaya koyduğu hareket yasalarından daha az olmadığı düşünüldüğünde, çağdaş dünyanın, adı henüz konulmamış olmakla birlikte, İkinci Aydınlanma Çağı'nı sürmekte olduğunu söylemek kehanet olmasa gerektir.