Yola düştüm. Yol bana benzedi, ya insan çıktığı yola benzer ya da yol çıkana benzer. Kirli, paslı, kokuşmuş, gürültülü… Yol ikiye bölünmüş; gelenler ve gidenler. Sırtında onca yükü taşıyor. Bir küfrün, yüzüne tükürülmüşlüğün ağırlığı, çiğnenmişliğin onursuzluğu. Yolun altı lağım, sidik, kusmuk, bok; boşalttığımız her şey. Acılarımız, ayrılıklarımız, kıskançlıklarımız, kavgalarımız; bunların tümünün dilimize vuran küfrü. Yol yenilmiş bir kahramanın rezil direnmesi gibi onca insanın yükünü hâlâ üstünde taşıyor. Müstahaktır bu sana ey yol!
İnsanlığın "Milattan Öncesi" varsa tek tek insanların da "Kendinden Öncesi" var. Zaman akmaz, biz akarız zamanın içinde, der usta. Ya kendi olma halinde, akışın yatağında derin uyuyanlar ya da kendinden önce öykülerini rehber edip kendinden sonrasına çağıltılarla akanlarız.
Salih Öztürk, şiirle, anlatıyla, öyküyle, romanla Kendisinden Önce yarattığı fırtınada ustalaşan gemisiyle Kendinden Sonra'sına yelken açıyor.
Salih Öztürk bu yolculukta kendini, kendini var edenlere bölüyor ve onları yolda birleştiriyor. Beraber seviniyor, beraber umut ediyor, beraber acı çekiyor. Kimi yerde çamurlu, durgun, kimi yerde coşkulu akan nehrin tüm kollarını Yol'da birleştiriyor. Bizi anlatıyor, zaman içindeki bizi; parçalanmış ama bunu bilmeyen, bilmediği için neden olduğunu bilmeden acı çeken ruhları…
Şaban Öztürk