O, yetmişinde platin saçlı, derin mavi bakışlı, dinç görünümlü, atletik yapılı bir adamdı. Elinde de bir çanta vardı. İçinde kıymetli bir şey varmış ve çaldırmaktan korkuyormuşçasına sımsıkı tutuyordu…
Sonunda, neredeyse beni boğacak olanlardan kendimi kurtardım ve onun yanına gittim. Sözlerine başlayınca… Bir ara, yazma tutkusu içinde kalmış yine de yazdıklarını bir biçimde yapıtlarından tanıdığı biri tarafından okunmasını isteyenlerden sandım ve açıkçası ürperdim biraz. Çünkü sırf üzülmesin ve başımdan gitsin diye şöyle bir karıştırıp göz atmak için elime aldığımda dosyayı, yazanın istek ve beklentilerinin hiç bitmeyecekmiş gibi olduğunu en azından bazı yazarlarımızın aktardıklarından biliyorum, kimini okuduğumdan kimini de dinlediğimden...
Sonra bu düşüncem için kendimden adeta utandım. Niçin mi?
"Dudaklarımı iyi okumuşsunuz," dedi, ardından da bana getirdiği ve benim de adına Bencil Metinler dediğim dosyanın hikayesini anlattığı için…
Kendi yaşadıkları mı kurgu mu bir başkasının yaşadıklarından mı soğurmuş, bilmiyorum. Bunun hiç önemi yok. Bana göre burnumuzun direğini sızlatıp sızlatmaması. Edebî olup olmaması… Evet, burnumun direğini sızlattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bana katılıp katılmamak da size kalmış ey sevgili okur.