"Bazen hastalar, ya da birileri sorar 'beyin cerrahisi nasıl bir şeydir' diye. Ben de şöyle cevap veririm: 'Biz sırat köprüsü üzerinde sırtımızda yolcu taşırız. Hani o kıldan ince kılıçtan keskince olan köprü. Sabah işe gelir, birini alır öbür tarafa geçiririz, ertesi gün başka birini ve bu böylece sürer. Düşürürsek bedeli ağır olur, düşürmeye hakkımız yoktur. Onun için başka işlerde vasatlık belki kabul edilebilir ama bizim işimizde olmaz, mükemmel olmak zorundayız.' 'Çok zor değil mi beyin ameliyatı yapmak?' diye sorarlar. 'Everest'e çıkmak gibidir' derim, "Ama biz Sherpa'yız, yani Everest Dağı'na insanları çıkaran, bakkala gider gibi 8000 metreye çıkıp inen Nepalli rehber dağcılarız. O dağı avucunun içi gibi bilen, neredeyse gözü kapalı, dünyanın en yüksek dağına her gün tırmanan dağcılarız biz. Nasıl çıkacağımızı, nasıl ineceğimizi biliyoruz.'"
"At üstünde ıssız köy yollarından hiç geçmemiş birine anlatacak bir şeyim yok; ne de olsa anlamayacak bununla ilgili anlatacaklarımı. Geçene de hatırlatmayı hiç istemem" diyor Mihail Bulgakov, Genç Bir Doktorun Anıları'nda. Oysa Talat Kırış anlatmayı, hatırlamayı ve hatırlatmayı seçiyor: İstanbul Tıp Fakültesi'nin koridorlarını, Türkan Saylan'ı, uzak köyleri, acil nöbetlerini, hayat verilen hastaları, kurulan dostlukları, eski İstanbul'u… Kısacası insanı. Bir hekimin yegâne işinin "insan" olduğunu, Beyne Giden Yol'un gönülden geçtiğini kanıtlarcasına.