"Başımı sallamakla yetindim. Salak körlüğümle yüz yüze gelmek hiç hoş değildi. Hele, bunun bana Jimmy gibi tescilli bir serseri tarafından gösterilmesi daha da beterdi. / Fincanı tabağa öyle sert bıraktım ki, altından küçük bir parça kopuverdi. Özür dilerim, dedim içimden. Özür dilerim, Nance. Cevabı da kendi kendime verdim: Artık çok geç, OD, "özür dilemek" için, kahretsin ki, çok geç.."
Ailem kim ki ben..? Okul denen illet neyime çare buldu da..? Kim olup, neye karar verdiğim neden sizin için..? Ya sizin cevaplarınız beni niçin..? Kurulmayan cümleler, ifade bulmayan kaygılar. Bir nedenle söylediğimiz yalanlar ya da sustukça buharlaşacağını umduğumuz gerçekler. Hepsi de doluluktan her an patlayacak birer bavul, taşıması güç birer yük gibi. Oysa ne yalanın beyazı sandığımız kadar örtücü, ne de sessizliğin kıvamı yeterince yoğun. Sanarak, tahmin ederek, bir başına düşünüp emin olarak dokunduğumuzu sandığımız hakikate ulaşmaksa, tek bir yolla mümkün: Ona doğru atılacak bir adımla. Bir adım daha ve belki bir tane daha...
Kesişmiş üç genç hayat, birbirinden bağımsız üç mücadele. Nance farklı olmayı asla dert etmiyordu, ta ki aidiyetini ve kimliğini sorgulayana kadar. OD için, verdiği kararlar tartışılmazdı, ta ki ona dört yandan ayna tutulana kadar. Seanie ise, kim olduğuna ve ne istediğine dair hiçbir tutarsızlık yaşamıyordu, ta ki beklentiler boyunu aşıncaya kadar. Gerçeğe yaklaşmak için, önce uzaklaştılar sevdiklerinden. Şimdi bu mesafeyi tekrar katedebilecekler mi? Birden çok ödüle değer görülmüş İrlandalı yazar Mark O'Sullivan bu soruya yanıt ararken, üç gencin farklı sorunlardan çıkış arayışlarını anlatıyor.