Hele en zor olanı da, son kez gözlerimizin birbirine değmesiymiş, bana çaresizce bakan gözlerinmiş. Beni çaresizliğimle baş başa bırakan bakışlarınmış. Siz hiç size çaresizce bakan ve "Artık dayanamıyorum, beni uyutsunlar" diyen bir çocuğun annesi oldunuz mu? Bu çaresizlikle ve o son bakışlarla baş başa kaldınız mı? Kalmasın, hiç kimse kalmasın. Gözlerine çivi gibi çakılan o son bakışları görmek zorunda kalmasın; yaşadığın müddetçe o mermiyle yaşamak zorunda kalacağın gibi beynine saplanmasın, o gözler. O kahverengi, dünyanın en güzel kahverengi bakan, uzun kirpiklerle gölgelenmiş gözlerine son kez bakmasın.
Bu kitabı yazarken, dönüp yazdıklarımı okurken, defalarca acımın içinden geçtim ve her kelime demire vurulan çekiç darbesi gibi değdi yüreğime. En zayıf ve korunaksız yanımdan gelen bu acı, kalbimin en güçlü ve korkusuz yanı oldu. Hayattaki en büyük korkusuyla yüzleşip, bunu yaşayan insanın kalkanı acısı oluyormuş, artık hayat nereden yağdırırsa kederi, o keder yüreğinden önce acısının kalkanına çarpıyormuş. Acıdan dağlanan yüreği, hangi ateşin yakıcılığı etkiler ki?