Kara Ali, teklemiş üveyik gibi kanat çırpıyordu gönül dünyasında. Gavuruçtu yarından kendini boşluğa bırakmak geçiyordu içinden. Çaresizdi, yığıldı kaldı taşın üstüne. Bu kördüğümden çözgü çıkar da gönül tezgâhında nakış nakış sevda dokunur mu bilemiyordu şimdi. Bildiği, daha doğrusu bütün varlığıyla hissettiği bir şey vardı o da Selver! Dünya umurunda değildi. Nicedir Selver gayrısında her şey onun için yok hükmündeydi yahut birer çıkmaz sokaktı. Bildiği yollar Selver'e çıkıyor, kurduğu cümleler Selver'le bitiyordu.
Kalktı yerinden, yerden birkaç taş aldı avucuna yumurta büyüklüğünde. Cebinden sapanı çıkardı, birini koydu içine. Kolunun olanca gücüyle kayalıklardan vadiye doğru savurdu. Sapandan çıkan taş öyle bir cavladı ki sanki domdom kurşunu gibiydi, vadi inledi. Bir daha, bir daha... Üç beş taş attı ardı ardına. Ne zaman öfkesi çoğalsa, çaresizliği dibe vursa yahut efkarlansa bunu hep yapardı. O öfkesini, çaresizliğini, efkarını taşla boşluğa atarak rahatlardı. Taş gibi oturdu yüreğime derlerdi eskiler. Belki de Kara Ali yüreğine taş gibi oturan yükü sapanına koyup boşluğa sallıyordu. Bir nevi terapiydi onun için bu. Yüreğe taş gibi oturan ne varsa söküp atmak gerekiyordu.