Her yaşam hem sıradan hem de sıradışı unsurlar barındırır, ömrü 20. yüzyılın başından sonuna rastlayan Logan Mountstuart'ın yaşamında her ikisinden de bolca bulunuyor. İlhamını Paris ve Londra'da bulan bir yazar, savaşta ihanete uğrayan bir casus ve 1960'ların New York'unda bir sanat simsarı olan Logan, yüzyılın tüm çalkantılarını bizzat yaşıyor. Bir oğul, bir arkadaş, bir sevgili ve bir koca olarak ise her insanın yaşamında yaptığı hataları yapıyor. William Boyd Bir İnsan Yüreği'nde dolu dolu yaşanan bir hayatın hikâyesini Logan Mounstuart'ın mahrem günlükleri aracılığıyla anlatırken okuru oldukça insani bir yüreğin derinliklerine doğru yolculuğa çıkarıyor.
Bir anda meraka kapılıyorum: Acaba benim gibi bu yüzyılın başında doğmuş olmak ve yüzyılın sonunda genç olabilecek durumda bulunmamak benim açımdan bir şanssızlık mıdır? Bu çocuklara imrenen gözlerle bakıyorum ve yaşamakta oldukları –ve ileride yaşayacakları– hayatı aklımdan geçiriyorum ve onlar adına bir tür gelecek tasavvurunda bulunuyorum. Sonra, neredeyse aynı anda, bunun ne kadar beyhude bir pişmanlık olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendisine verilmiş olan hayatı yaşaması gerekir. Altmış yıl zarfında bu oğlanlar ve kızlar yeterince şanslılarsa pırıl pırıl oğlanlarla kızlardan oluşan, yeni nesle bakan ve içlerinden zamanın uçup gitmemiş olması dileğini geçiren yaşlı erkekler ve kadınlar olacaklar.