Hikaye, genç ve yakışıklı bir Fransız'ın, bir grup insanın tatil yaptığı küçük bir pansiyona gelip bir oda tutmasıyla başlar. Bu genç Fransız tam 24 saat sonra, aynı pansiyonda ailesiyle tatil yapan evli, iki çocuklu Madam Henriette'i de yanına alarak pansiyondan ayrılır.
Bu durum konuklar üzerinde büyük bir şaşkınlık yaratır. Herkes hiç düşünmeden kadını yargılar. Yalnızca bir kişi Madam Henriette'i yargılamadan anlamaya çalışır hatta onu savunur. Durumun göründüğü gibi olmayabileceğini söyler. İradeden daha üstün esrarlı kuvvetlerin olduğundan bahseder. Bu davranışı, orada bulunan yaşlı bir İngiliz hanımın dikkatini çeker ve eser, bu hanımın yaşamının 24 saatlik hikâyesiyle devam eder.
Daha sonra da Alman hanım, bir yanda gerçek kadınların, öbür yanda da aşüfte ruhlu kadınların bulunduğunu ileri sürerek sert bir şekilde kesip atınca ve kendi fikrine göre Madam Henriette'in bu sonunculardan olduğunu söyleyince, sabrım büsbütün tükendi. Ben de saldırgan bir eda takındım. Hayatının bazı anlarında bir kadının, iradesinden daha üstün esrarlı kuvvetlerin esiri olabileceği gibi apaçık bir olayı inkâr etmenin; sadece bizim kendi içgüdümüze olan güvensizliğimizi ve tabiatımızdaki şeytaniliği gizlediğini; birçok kimselerin de kendilerini "kolayca baştan çıkarılanlar"dan daha kuvvetli, daha ahlaklı ve daha temiz sanmaktan zevk duyduklarını söyledim.
Kendi hesabıma bir kadının öteden beri âdet olduğu üzere kocasını gözleri kapalı ve onun kolları arasındayken aldatmasındansa serbestçe ve ihtirasla kendi içgüdüsüne tabi olmasını daha dürüst bir hareket olarak buluyordum.