Avusturya İmparatorluğu'nda Freiberg'de doğan ve daha sonraki yaşamını Viyana'da geçiren Sigmund Freud (1856- 1939) psikiyatride Ruhçözümleme okulunu kurdu ve insan davranışının bilinçsiz belirleyicileri üzerine büyük ölçüde tutarlı bir açıklama geliştirdi. Çok okuyan, yolculuk yapmayı ve arkeolojik nesneler toplamayı seven Freud ailesine ve dostlarına büyük bağlılık gösteren biri idi. Freud kişiliğin nörolojiye indirgenebileceğine inanan fizyolog profesör Ernst Brücke altında değerli yıllarını harcadıktan sonra, bir kez de karşıt uca geçerek histerinin iyileştirilmesinde hipnoz uygulayımını kullanan Parisli psikiyatrist Charcot'ya katıldı. Viyana'ya döndükten sonra Martha Beryas ile evlenen Freud özel olarak çalışmaya başladı. Bir süre sonra hipnozu bütünüyle gereksizleştiren özgür çağrışım yoluyla hastalarda patolojik belirtilerin nedenleri olan bilinçsiz ya da baskılanmış gerecin yeniden bilinçli olmasını sağlayabildiğini keşfetti. Bu işlemin sonucunda belirtiler ortadan kalkıyordu. Freud sağaltım yöntemine "psikanaliz" adını verdi. Kitapları ve konferansları bir yandan ona kısa bir süre içinde büyük ün kazandırırken, öte yandan tıp topluluğunun büyük bölümü tarafından kınanmasına yol açtı. Zamanla aralarında Eugen Bleuler ve Karl Jung da olmak üzere çok sayıda parlak araştırmacı Freud'un kuramı çevresinde çalışma grupları oluşturdu. İlk Uluslararası Psikanaliz Kongresi 1908'de Salzburg'da toplandı. 1938'de Avusturya Nazi Almanyasına katılınca Freud Viyana'dan ayrılarak son yıllarını ailesi ile birlikte Londra'da geçirdi.
Bir Yanılsamanın Geleceği (1927) din üzerine Aydınlanma tininde yazılan en yüzeysel eleştirilerden biridir. Freud bu denemesinde görüşlerini "inançlı bir ateistin" bakış açısından sunar ve dinsel inancı gerçekleşmemiş çocukluk dileklerine bağlı bir "sinirce" sorunu olarak, ve dinsel öğretileri dilek gerçekleşmesi tarafından güdülenen bir inançlar kütlesi olarak görür. Böylece dini insan duygusunu ilgilendiren bir konu olarak değil, ama sonlu pozitif bilginin kötü almaşığı olarak yargılar. Freud duygunun bir sinirce olmadığını gözden kaçırmış görünür, ve Tanrı tasarımı altında düşünülen sonsuzun "kendi başkasında kendini bulma" olarak sevgi ya da Eros olduğunu, böyle duygu sonsuzunun sevgiden başka birşey olmadığını görmeyi istemez.
1929'da Nazizmin Almanya'da ve Avusturya'da büyüyen gücünün gözdağı altında yazılan Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları genel olarak kültürü insan doğasındaki ruhbilimsel kökenleri ile ilişkilendirir ve kültürel insanın ruhsal yapısında yatan baskılanmış bilinçsiz öğelerin bütün bir insan yazgısında oynayabileceği rolü irdeler. "Usun üzerinde hiçbir yetke yoktur" diyebilen Freud uygarlığın yazgısının usa ve istence bağlı olmadığını, ama içgüdünün, aslında özerk bir Yoketme İçgüdüsünün keyfine kaldığını düşünüyormuş izlenimini verir.
- Aziz Yardımlı