Işığa hasret kalmış bir kentin yıkıntılarını andırıyorum. Uğultu gidiyor, karanlık gidiyor, annemin sesi...
Geçen senelerdi, "kahvaltı hazır," demiş ve gitmişti, sesini bu dünyaya bırakıp.
Bense kalmıştım bu dünyanın küflü yaşantısında.
Bir bardağın dibinde kalan çay gibiydim, soğuk ve acı.
Bir konuşmada kırılan pot, anksiyete ataklarında beliren distopik kaygılar, bir şiire eklenecek kelimeyi yıllarca arayan bir şairin çaresizliğini yaşıyordum.
Bir söz gelir hatırıma, kâğıt kalem telaşına düşerken, açık kalan pencereden giren bir kuşun kanadına tutunup uzaklaşır gider sözcükler.
Şaşkın bakışlarım sallanan perdeye takılır.
Katotonik halim tüm evi işgal ederken giganteuslar, karanlık boşluklardan alaycı bakışlarını serperler üzerime.
Bir şarkı çalar radyoda, açarım sesini; yan dairedeki cenaze gelir aklıma önce radyoyu, sonra çenemi kaparım.
Akvaryumdaki balıklarımı düşlerimden arta kalan kırıntılarla beslerim.
Kapı paspasımın temiz oluşuna üzülen bir tek ben miyim?
Kapı zilimin sesini düşünüyorum bir an, nasıldı diye. Kapıyı açıyorum, temiz paspasıma basıp zile başımı dayıyorum.
En son ne zaman duymuştum bu sesi, hatırlayamıyorum.