İngiltere, kuruluşundan itibaren deniz gücü üzerinde yükseldi. Dönemin deniz güçlerinden önce İspanya ve Portekiz, daha sonrasında Hollanda ve en sonunda Fransa'yı yenerek bütün dünyada denizler ile birbirine bağlanan büyük bir imparatorluk meydana getirmişti. Bütün bu gelişmelere rağmen bir taraftan da hakimiyetinin sınırlarına ulaşmıştı. ABD ve Japonya okyanuslarda İngiliz çıkarlarını aşındırırken asıl tehlike ise güçlenen donanması ile Almanya idi. Bu nedenle İngiltere, yeni müttefikler edinerek bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya yöneldi. Böylece İngiliz politikası Fransa ve Rusya'nın tarafına kaydı. İngiltere, tarih boyunca savaşlarda deniz gücü hakimiyetini elinde tutmuş, Avrupa'da ise güçlenen devletlere karşı zayıf tarafı desteklemişti. Daha önceki savaşların aksine İngiltere ilk kez Birinci Dünya Savaşı'na, hayli zayıf kara gücüyle, fiilen katılmaktaydı. Savaşa yön veren strateji karada Clausewitz ve Jomini'nin, denizde ise Mahan ve Corbett'in anlayışıyla şekillenmişti. İngiltere, savaşın başında deniz üstünlüğünü elde etmişti. Bu sayede Alman taarruzunun durdurulması ile başlayan süreçte denizaşırı garnizonlarından getirdiği kuvvetlerle karada da önemli bir güç haline gelmişti. Bu savaşın, Avrupa'da daha uzun süre devam eden Otuz Yıl Savaşları, daha çok ülkenin katıldığı Napolyon Savaşları ve dünyayı etkileyen Yedi Yıl Savaşları ile kıyaslandığında en belirgin özelliği ilk topyekün savaş olmasıydı. Bu nedenle savaş, galiplerini de tüketmişti. Savaşın sonunda İngiltere stratejik hedeflerine ulaşmakla birlikte, savaş ve ticaret donanması ile maliyesinin sağladığı üç yüz yıllık ticari üstünlüğünü kaybetmişti. Mali bakımdan dünyanın bankacısı ve alacaklısıyken, Amerika'nın borçlusu oldu. Alman denizaltıları ise İngilizlerin ticaret donanmasındaki üstünlüklerine son verdi.