Siyaset yaşamın kıyısında salındığı sürece ölümün sınırlarına da epey yaklaşmış demektir. Öyle görünüyor ki bu anlamda dev bir nekropolis 'te yaşadığımızı söylersek yanılmış olmayız. Ama bildik formülasyonu buraya uyarlarsak, karanlığın en yoğun olduğu an nasıl ki aydınlığa en yakın an ise, belki de ölüme en yakın olduğumuz "şimdi" yaşamın yeniden filizleneceği andır aynı zamanda. Böyle baktığımızda bugünden daha kötü bir yarına uyanacağımızı bilmek her ne kadar bizi dipsiz, sonu gelmeyecekmiş gibi görünen bir kaygıya, endişeye ya da bir paniğe sürüklese de, bugünden daha güzel bir yarına uyanabileceğimizi hayal edebildiğimiz sürece umudu örgütlemek de pekâlâ mümkün. Tüm yolları ölüme çıkan biyopolitik tahakkümün iyiden iyiye dallanıp budaklanan yapısı karşısında bu yolların hepsini yeniden yaşam enerjisine dönüştürebilme kudretinden çok da uzak değiliz. Burada yürütmeye çalıştığımız çok boyutlu tartışma, biyoiktidarın çoğu kez kendisini gizemlileştirerek bazen de açıktan açığa yaşamın, yaşamımızın farklı alanlarına nasıl hücum ettiğinin kodlarını çözebilmek, bu taarruzu etkisiz kılabilmek, yaşamın kurucu ve yaratıcı potansiyellerinin nasıl vücuda getirilebileceğini tahayyül edebilmek için atılan bir adım olarak düşünülebilir. İtiraf etmek gerekirse biyoiktidarın işleyişi öylesine çok boyutlu ve gizemliyken onu bütün yönleriyle ortaya koymak ya da kuramsal perspektifimizi onu bütününde kavrayacak kadar geniş tutmak elbette mümkün değil. Ama hiç değilse sivil/medeni ölümden sömürgeci biyopolitikaya, kürtaj pratiklerinden ataerkil biyoiktidara, sağlıklı yaşamı nakarat haline getiren "tıbbın" toplum ve birey sağlığı üzerindeki hegemonyasından şehir hastanelerinin mekânsal organizasyonuna, nüfusun biyolojik yapısının kriminal sınıflandırmasından iş yönetim sistemleriyle çalışanlar üzerinde kurulan yeni disiplin ve denetim metotlarına kadar uzanan bir alanın haritasını çıkarmak, giderek farklı başlıklarla zenginleşebilecek bir tartışma için zemin oluşturmaya yardımcı olabilir…