Uluslararası politikanın önemli bir problemi olan Doğu Sorunu, 1453 yılında Constantinople'un Osmanlılar tarafından alınmasından itibaren, tarihsel süreç içinde farklı görünümlerde karşımıza çıkmıştır. Kitapta Büyük Petro'nun tahta çıktığı 1689 yılından itibaren bu sorunun aldığı şekil anlatılmıştır.
Büyük Petro'nun Rusya tahtına çıkmasından sonra Rusya'nın Constantinople kentine ve Boğazlara sahip olma arzusu gerçek Doğu Sorunu olarak ele alınabilir. Bu imparator ve haleflerinin enerjik politikaları sayesinde Rusya avantajlı konuma geldi. Ancak 19. Yüzyıl ortalarına doğru Doğu Sorunu yine büyük güçlerin ilgi alanına girdi. Özellikle Hindistan yolunu açık tutmak isteyen İngiltere'nin...
O dönem için Doğu Sorunu şu şekilde özetlenebilirdi: Avrupa Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü koruyacak mıdır? Yoksa yıkılmasına seyirci mi kalacaktır? Bir tarafta İngiltere ve Fransa arasındaki savaşlar, diğer tarafta Rusya'nın durumu Batılı güçlerin Rusya'nın Constantinople Kenti'ni alma arzusunu sürekli frenlediğini bize gösterecektir. Bu temel nedene Osmanlı tebaası Hristiyan uluslarla (Sırplar, Grekler, Bulgarlar, Romenler vb.) Türklerin çekişmelerini de eklemek gerekecektir. Balkan uluslarının otonom devletler kurmasını öngören Paris (1856) ve Berlin Anlaşması da (1878) Doğu Sorunu'nun eski önemini azaltmamıştır.
Aksine Batılı güçler Avrupa Türkiye'si ile daha yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Bu ülkeler Boğazlar'ın bağımsızlığının korunması ve Çarların iki dünyanın anahtarı Constantinople Kenti'ne hâkim olmalarının engellenmesi kararını almışlardır. Doğu Sorunu, diğer bir değişle Boğazlar Sorunu çok karmaşık bir hal almıştır. Gelecekte neler olacaktır? Bunu kimse bilemez. Bu sorunu çözmeyi başaran kişi dünya barışına büyük hizmetlerde bulunmuş olacaktır.