"…Ömrü beyaz gemide çalışan babasını beklemekle geçmiş olsa da zamana kızamadı, anlamaya çalıştı. Sitemini anlatacak yol aradı. Tanrı Dağlarınca büyük özlemini, küçücük ama Sarı Özek bozkırınca geniş göğsünde biriktirdi. Göğsü genişledi, genişledi, kocaman oldu. Sözlerin taştığı, masalların yarıştığı, destanlarınsa Kürkürü ırmağınca çağıldadığı bir akarsuya dönüştü. Hasretini ak kâğıtlara döktü. Hayallerini betimledi. Gördüklerini unutmadı, yaşadıklarını unutmadı. Hikâyeler yarattı. Cümleler… Cümleler uzadı, uzadı, uzadı; yüz elli yedi ayrı dilin büklümünde bükülerek dört bir yanını dolandı dünyanın. Yüz elli yedi dilin, birbirinin dilini hiç bilmeyen çocukları, Şeker köyünün rüzgâr ırgaladıkça gümüş rengine bürünen çayırlarını tanıdılar. Tanrı dağı ile tanıştılar. Tanrı dağının en batı ucunun Talas Ala dağları olduğunu bildiler. Bu heybetli dağların doruğunda tüm görkemiyle Manas dağı otururdu, bunu da bildiler…"
Bu kitapta, Cengiz Aytmatov'un içine doğduğu dünyanın farklılığı ve tüm renkleri, ömrünün değişik evrelerinde başından geçenler, duyguları, yöneticilerin halk üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri üzerine düşünceleri; Kırgız kültüründen, destanlardan, doğadan, en önemlisi insandan yola çıkıp masallara ve söylencelere yaslanarak yazarın sohbet diline yakın bir biçemle anlatılmaktadır.