Destanların kendisine mahsus özellikleri vardır. Onlar, bir milletin hayatta kalmayı sürdürebilmesi veya yok olmak ile yüz yüze gelmesi ya da çok büyük güçlerle mücadelelerini anlatır. Bunları anlatırken mensubu olduğu milletin tarihini, kültürünü ve dilini önceki nesillerden sonraki nesillere taşır. Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, çok kısa metinlerine rağmen, bu bahsettiğimiz unsurların hepsini birden bünyesinde bulunduran ilgi çekici iki Türk destanıdır. Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı aslında aynı destandır. Yani Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın devamıdır. Bir başka söyleyişle konunun İslamiyet öncesinde yazıya geçirilen ve Çin kaynaklarında yer alan metinlerine Bozkurt Destanı adı verilmiş, İslamiyet'in kabulünden sonra yazıya geçirilen (Reşideddin tarafından Farsça olarak kaleme alınan Cami'ü't-Tevarih, Çağatay Türkçesi ile kaleme alınmış Şecere-i Terâkime ile Yazıcıoğlu Ali tarafından kaleme alınmış Tevarih-i Âl-i Selçuk) rivayetlere de Ergenekon Destanı denilmiştir. Farklı zamanlarda farklı bilim adamları tarafından tespit edilip adlandırıldığı için ortaya böyle bir ayrım çıkmıştır. Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Türk toplum hayatının temel unsurları arasında yer almıştır. Kurdun tarih boyunca kutsal sayılması ve bu hayvanın Türkler arasındaki saygınlığı, demircilik ve demirin tarih boyunca önemli hatta kutsal görülmesi, zor zamanlarda toplum dayanışması ve iş birliği, Köktürklerin kurttan türeyişinin üçüncü destanında dünyanın günümüzde kullandığı takvimin temelinin atılışı, hepsinden ötesi Türk'ün tarih boyunca karakterindeki tam bağımsızlık ve özgürlük tutkusu bunlara örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla Bozkurt ve Ergenekon konusu, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, Türk'ün ve Türklüğün hafızasındaki yerini korumaktadır.