Küstah bir tavırla "Biri hariç, fizikçileri muhatap almıyorum, ciddiye de almıyorum" diyen bu adam onları küçümsüyor ve dünyanın bir domates serasına çevrilmesinden sorumlu tutuyordu…
Çünkü davul-zurna çalarak gelen felaketi önlemek için mühendislerin eline çare olabilecek hiçbir şey vermedikleri gibi, bir de kendi yeteneksizliklerini gerçek sanıp "Asla yapılamaz" diye kanun koyarak, tam dört yüz yıldır bütün yolları tıkamışlardı. Ve üzerlerinde kozmik görüş alanımızdaki bilinen tek yaşanılabilir gezegenin kirlenme sorumluluğu vardı.,
Bir gün Einstein'in 1915'te "Termodinamik yasaları bu günkü bilgilerimizle böyle, gelecekte ne olur bilemem." dediğini şaşkınlıkla öğrendi. Anlaşılan büyük dahi bu yasaların doğruluğuna inanmıyordu. Kendini yapayalnız hissetiği dünyasında birdenbire yanında Einstein'i buluvermişti.
Bu, çılgın adam için büyük balığı yakalamak gibi bir şeydi. Bir kanser, üç kalp krizi, bir açık kalp ameliyatı geçiren, enkaza dönmüş vücudu ama sağlam kalan beyni ile geçmişindeki yüzlerce başarısızlıktan sonra yine yıllar sürecek hummalı bir çalışma temposuna girdi ve artık onu hiç kimse durduramazdı.
Ve başardı, bir gün sabaha karşı insanlığın geleceğini kurtaracak olan şifreleri bulmanın rahatlığıyla köhne çatı katında yıllar sonra ilk defa çayını keyifle yudumlarken, dil çıkarıp, kendisine bakan sempatik resme yaramaz bir çocuk gibi o da dilini çıkararak karşılık verdi ve "Şükürler olsun ki haklı olduğunu ikimiz de biliyorduk, hocam" diye güven dolu mırıldandı.
Artık yeteneksiz bulduğu bütün dünya fizikçilerine bir rest çekme zamanı gelmişti ve kutsandıkları o termodinamik yasalarını başlarına geçirecekti…
Einstein'in tarihe düştüğü o önemli nottan tam bir asır sonra Hilal Türbin'in mucidi olarak ortaya çıkıp, dünyaya meydan okudu. Buluşuyla "Kral çıplak" demekle kalmadı "Üstelik kraliçe de çıplak" diye haykırdı. Ve Einstein'in dâhice bir sezgi ile yanlış bulduğu termodinamik yasalarının ikisini hiç düşünmeden yürürlükten kaldırdı.
Bu, fiziğin ana kolonlarının yıkılması, kıyametin kopması demekti…