İnsan varoluşu ve zihnini alaya almak için yaratılmış bir hayat çerçevesi ve onun formal görünüşleri... O, esasen bir tiyatrodur. Çıldırtıcı tiyatro karşısında hakikat çırpınışı fikriyatının şehirden başlaması, tuhaf bir şekilde bu kitaba nasip oldu yani geçmişten bugüne yerine, yüzeyden derine bir sondaj. Böylelikle yine yüzeyin kaba görünüşünden (coğrafik döküm) başlasa da bilhassa Anadolu'da şimdiki zaman/bıçak sırtı hattındaki hayat yangınının geride bıraktığı ve de kül yığınından ibaret tarihin çağlar nispetinde derinliğine inmek. Elbette tez ve buna mukabil paradigma vardır. Anadolu bataklığında fikriyat aslında baştan itibaren tezdir ve bu stratejide artık egzistansiyel konfüzyon altında daha fazla sürüklenilemez. Tez yolunda inşa olan zihin çözümleyicidir. Konfüzyonda (filozofi) da mesele idraktedir ve hatta adı "büyük mesele"dir fakat çözümleyici zihin, savrularak yuvarlandığı çekim merkezine rağmen (ki aslı, tutkunun ruhun merkezine yerleşmesi olabilir) artık saf gerçeğin peşindedir. O sebeple ve hatta sayede ona "taş gibi gerçek" denir. Ulaşılan her gerçeklik taşının büyük legoda yerine oturması artık varolma hazzıdır. Zaman, modele güvenmek ve böylelikle modelin gerçeğe tekabül edişine itimat ve hatta itibar zamanıdır. Bu şehirde geçmiş bir ömrün hatıratı karşısında, Yakınçağ (Millî Derili Dikta vd.), Ortaçağ (Sakarya Vadii'nden Sıcak Esintiler) ve nihayet İlkçağ (Sandık) bölümleri şeklinde tasniflenen nihai hâl, bu kitap olmuş oluyor.