Ortaçağ kaynaklarının büyük çoğunluğu günümüz Irak Türkleri'nin tarihine dair bilgiler aktarmaktadır. Bu bilgiler Türklerin İslâm ordularıyla ilişkilerine dayanmakta, Selçukluların Irak'a gelişine dek devam etmektedir. Büyük ölçüde Emevîlerin Irak ve Horasan valilerinin gayretleriyle başlayan Irak'ın Türklerle buluşma süreci, bu dönemde bireysel girişimlerin neticesinde gerçekleşmiş, Abbâsî iktidarıyla beraber çok daha teşkilatlı bir yapıya bürünmüştür. Özellikle Abbâsî Halifeleri Me'mûn ve Mu'tasım'ın girişimleri neticesinde Irak'a Türkistan, Horasan, Kafkasya, Kabulistan ve Zabulistan gibi coğrafyalardan çok sayıda Türk gelmiş, bölgeye vâsıl olanlar evvela askerî, ilerleyen süreçlerde ise sosyal hayatın ve idarenin hemen her kademesinde rol almayı başarmışlardır.
Coğrafyaya intibakını tamamlayan Türklerin Irak ile ilişkisi Abbâsîlerin merkezi gücünün zayıflamasıyla farklı bir boyuta evrilmiş, gulâmlık müessesesi yerini daha çok bireysel girişimlere bırakmıştır. Özellikle Büveyhî öncesi (X. yy) süreçte Sâmânî ve Ziyârîlerle anlaşmazlık yaşayan Türklerin kendi iradeleriyle Irak'a gelmesi bu durumun en güzel örneği olmuş, halifelerin idarî yönden zayıflaması zikredilen duruma katkıda bulunmuştur. Vaziyet Selçukluların Irak'a gelişine dek sürmüş, Tuğrul Bey öncülüğündeki Oğuzların Bağdat'ı zaptı bölgedeki Türklerin kaderini derinden etkilemiştir. Çünkü Oğuzların batı yönlü fetih politikası Irak Türklerinin ağırlık merkezini Bağdat, Vâsıt, Basra, Tikrit ve Sâmerrâ gibi Irak şehirlerinden kuzeye kaydırmış, netice itibarıyla Musul zaman içerisinde ön plana çıkmaya başlamıştır.