Çal çoban çal!.. Bu yüksek dağlar, bu geniş ovalar, bu şarkılar söyleyen dereler, bu öten ormanlar, bu yer, bu gök; senin, hep senin, sonsuza dek senindir.
"Çal Çoban Çal", ülkesi işgal edilen bir milletin kalbinin derinliklerinden yükselen bir feryat. Süleyman Nazif'in baskı ve zorbalığa hiçbir zaman boyun eğmemiş kalemi, bu feryada tercüman oluyor. Mondros Ateşkesi sonrası Anadolu'da dalga dalga yayılan işgaller karşısında kâh Ankara Savaşı'nda Timur'a esir düşen Yıldırım Bâyezid'e uzanıp tarihten teselli arıyor kâh Yunan ordusuna ilk darbenin vurulduğu İnönü Muharebe Meydanı'nda ümit! Bu ümidin mimarı olan Türk ordusuna karşı minnetini ifade ederken satırlar yüreğinin coşkusuna eşlik ediyor. İşgal güçlerini kızdıracak "Kara Bir Gün" adlı yazısını sansürlemeyi vatanseverliği ile bağdaştıramadığı için tutuklanan Yüzbaşı Aziz Hüdâyî Bey'i takdir ederken bu kahramanca hareketin unutulup gitmesine mâni oluyor. Türk dostluğunun menfaat değil düşman kazandırdığı bir dönemde bu dostluğu her fırsatta göstermekten çekinmeyen Pierre Loti'ye ayırdığı sayfalar, âdeta kadirşinaslığın ne demek olduğunu öğretiyor.